99-ZİLZAL Suresinin Tefsiri:
  1. Yerin o 
    zilzali, zelzelesi. Yerin, hareketi-i arz (yer hareketi) dediğimiz zangır 
    zangır sarsıntısıdır. "Zell", hareket mânâsı ifade ettiği çin zelzele ve zilzal 
    onun muzaafı olarak tekrar etmeyi ifade eder. Bilhassa izafetle ifade edilmesi, 
    yerin mümkün olabilen bütün şiddet ve dehşetiyle sarsıntısına işarettir ki, 
    maksat Hacc sûresinde geçtiği üzere "Şüphesiz kıyamet vaktinin depremi müthiş 
    bir şeydir." (Hacc, 22/1) Vakıa Sûresi'nde ve daha birçok sûrelerde: "Yer 
    şiddetle sarsıldığı, dağlar parçalandığı, dağılıp toz duman haline geldiği 
    zaman." (Vakıa, 56/4-5) gibi âyetlerle açıklanmış ve haber verilmiş olan kıyamet 
    depremidir. 
  2. Yerin ağırlıklarını 
    çıkardığı. Yerin ağırlıklarını çıkarmasında iki rivayet vardır. Birisi: Ölüleri 
    kabirlerinden fırlatıp çıkarmasıdır, ki "Kabirlerin içindekiler dışarı çıkarıldığı 
    zaman." (İnfitar, 82/4) âyetinin mefhumudur. Bu ise dirilmek demek olacağından 
    ikinci sûrun üflenmesine işaret olur. Diğeri de içindeki definelerin, hazinelerin, 
    madenlerin meydana çıkarılmasıdır ki, bunun da ilk sûra üflemede, yani ilk 
    zelzelede olması açıktır. Bazı haberlerde kıyamet alametlerinden olan Deccal'ın 
    günlerinde yerin hazineleri meydana çıkacak diye varid olmuştur. Bunu da bazıları 
    ona yormuş ise de o, zelzeleden önce olan çıkarmalar olduğu, halbuki burada 
    maksat zelzele ile meydana gelecek çıkarmalar olması açık bulunduğu cihetle 
    demişlerdir ki bu, Deccal'ın zamanında çıkarılanlardan başka olarak kalmış 
    olan bütün hazineler ve defineler deprem ile fırlatılıp çıkarılmasıdır. Ancak 
    ilk sûra üflemede mi, ikinci üflemede mi? Bunda da her iki ihtimali söyleyenler 
    olmuştur. Bazıları demişlerdir ki: Bu depremden maksat, birinci depremdir. 
    Yer o zaman hazinelerini çıkaracak, yeryüzü altın dolacak da ona iltifat eden 
    olmayacak. Altın o zaman sanki insana şöyle bağıracak: Sen benim için dinini 
    ve dünyanı yıkmıyor muydun? Sonra onun çıkarılmasının sonucu bir de 
  "Kıyamet gününde 
    biriktirilen malların üzerleri cehenmem ateşinde kızdırılacak ve onlarla sahiplerinin 
    alınları, yanları ve sırtları dağlanacak, kendilerine: "İşte kendiniz için 
    biriktirdiğiniz budur." (Tevbe, 9/35) hükmünün açıklanması olur ki, bu da 
    ikinci sûr üflemesinden sonra olur. Nakkaş, Zeccac, Münzir b. Said gibi bir 
    hayli tefsir bilginininde her iki rivayeti toplamak suretiyle "eskal" (ağırlıklar), 
    hem ölüleri, hem hazineleri, ikisini de içerdiğini söylemişlerdir. Görünen 
    de bu olmalıdır. İbnü Abbas'tan da iki rivayet olduğu söylenmiştir. İkisinde 
    de bunu, zikrolunduğu üzere ikisini sûr üflemeye, yahut her iki sûr üfleme 
    müddetini bir vakit itibar ederek ikisine de yoranlar olmuşsa da ikinci sûr 
    üflemeye "o gün insanlar, bölük bölük çıkacaklardır" âyetiyle beyan olunacağına 
    göre, bu çıkarmayı, ilk sûra üfleme hali olarak anlamak 'nın da tekrar edilmemiş 
    olması itibarıyla daha açıktır. Yıkım nefha (üfleme)sı olan ilk üflemede ölülerin 
    çıkarılması ise canlı olarak değil, ölü olarak fırlatılıp fırlatılıp atılmaları 
    demek olur ki o vakit "O gün yer ve dağlar sarsılır ve dağlar dağılan kum 
    yığınları olur." (Müzzemmil, 73/14) olduğu gündür. "Yer ve dağlar yerlerinden 
    kaldırılıp bir çarpışla birbirine çarpıldığı zaman." (Hâkka, 69/14) olduğu 
    ve "Yer şiddetle sarsıldığı, dağlar etrafa serpildikçe serpildiği, dağılan 
    tozduman haline geldiği zaman." (Vakıa, 56/4-6) olmak üzere bulunduğu zamandır. 
    "O gün o sarsıntı sarsar." (Naziat, 79/6) olmaktadır. Henüz "Ardından başka 
    bir sarsıntı gelir." (Naziat, 79/7) olmamış, "Onlara tek bir haykırma yeter, 
    hepsi hemen uyanırlar." (Naziat, 79/13-14) kumandası daha verilmemiştir. Bu 
    bir temsil ile, henüz bir volkanın patladığı, bir harbin silahlarını ortaya 
    atmaya başladığı mobilizasyon esnasındaki ıstıraplar gibi başlangıç kabilinden 
    olarak "Yer uzatılıp dümdüz yapıldığı içinde olanları dışarı atıp tamamen 
    boşaldığı." (İnşikak, 84/3-4) ölçüsüne boşalma zamanıdır ki, o harbin neticesine 
    erip de silahlarını indireceği, "Ve kendisine yaraştığı üzere Rabb'ine kulak 
    verip boyun eğdiği zaman." (İnşikak, 84/5 ) hükmünün ortaya çıkacağı asıl 
    haklanma ve hesap devrini açacak olan ikinci sûr üfleme ondan sonra olacaktır. 
    
  ESKAL tahrik 
    ile cebel vezninde "sekal"in çoğuludur ki, Râzî'nin ifadesine göre sekal, 
    "meta-i beyt", yani ev eşyasıdır. "Kamus"ta sekal, misafirin, yani yolcunun 
    ağırlık denilen eşya ve ailesine, sahibinin çoğunlukla kullanmayıp koruyup 
    hıfzettiği güzel ve kıymetli şeye denir. Nitekim "Muhakkak ki ben içinizde 
    iki kıymetli şey bırakıyorum: Onlar, Allah'ın Kitab'ı ve benim sünnetimdir." 
    hadis-i şerifinde sekaleyn bu mânâdadır. İnsanlara cinlere sekaleyn denilmesi, 
    yerin içinde ve üzerinde bulunmaları itibarıyla onun sekali, ağırlığı gibi 
    olmalarından, yahut amellerinin, günahlarının ağırlığındandır, denilmiştir. 
    Ve demişlerdir ki ölü, yerin içindeyken onun ağırlığı, yerin üstündeyken ona 
    ağırlıktır. "Künûz" (hazineler) de, yerin kıymetlisi olmak mânâsına ağırlığıdır. 
    Eskal yolcunun ağırlıkları, eşya ve ailesi mânâsına olduğuna göre "ve yer 
    ağırlıklarını çıkardı" buyurulmakla o zelzele halinde yer seferberlik yapan 
    bir yolcuya ve içindeki ölüler ve hazineleri o yolcunun ağırlığını oluşturan 
    eşya ve ailesine teşbih edilmek suretiyle bir "istiare-i mekniyye" yapılmış 
    demek olur. 
  ESKAL, esre 
    ve sükun ile "sikl"in çoğulu olabileceği de söylenmiştir ki haml-i batın, 
    yani "karın yükü" mânâsınadır. Bunun da hazinelere ve ölülere söylenmesi teşbih 
    ve istiare şekliyledir. Bu mânâ "İçinde olanları alıp tamamen boşaldığı zaman." 
    (İnşikak, 84/4) âyetine daha uygundur. Râzî, "eskal"in "esrâr" (sırlar) mânâsına 
    olmasını da ikinci bir görüş olarak nakletmiştir. Yani o gün yer bütün sırları 
    keşfedecek, açıklayacak. "O gün yer, haberlerini anlatacak." buyurulduğu üzere 
    lehte veya aleyhte şahitlik edecek demektir. Âlûsî, buna, "haberlere aykırı 
    ve uzaktır" demişse de, muhtemeldir. Bununla beraber en kuvvetli vecih, yerin 
    seferberliğini ifade eden birinci vecihtir. Yani tahrik ile "sekal"in çoğulu 
    olmasıdır. Yerin zikri geçmişken, zamir mevkiinde tekrar açıkça söylenmesi 
    zihinlere iyice yerleştirmek içindir. Yerin, yerden başkasına çevrilmesine 
    işaret için de denilmiştir. Durumun görünüşü, bu çıkarmanın zelzele sebebiyle 
    olmasıdır. Fakat terettüb (ait olma) kastedilmeyerek her iki hadise başlı 
    başına birlikte olarak düşündürülmek için "fa" ile atfedilmeyip bir altında 
    vav ile "çıkardı" buyurulmuştur. 
  3. Özetle: 
    O sarsıntı ve çıkarma olduğu, ve insan, buna ne oluyor? dediği zaman. Böyle 
    denilmesi, korkunun büyüklüğünü tasvir içindir. Yani o zelzele ve çıkarmayı 
    her gören insan, dehşetinin büyüklüğünden şaşırarak, "Bu yere ne oluyor?", 
    "Nedir bu hal?" diye şaşkınlık ve telaşa düştüğü o belalı zaman. Bazıları 
    demişlerdir ki, onu gören kâfirler öyle söyleyecek. "Vah bize, bizi yattığımız 
    yerden kim kaldırdı?" (Yâsin, 36/52) diyecekler. Müminler ise "İşte Rahmân'ın 
    vaad ettiği şey budur. 
  Demek peygamberler 
    doğru söylemiş." (Yâsin, 36/52) diyecekler. Fakat bu fark, ikinci Sûr'a üfleme 
    ile dirilmededir. İlk zelzelede ise mümin ve kâfir her insana umumu açıktır. 
    "(Birinci defa) Sûr'a üflendi, göklerde ve yerde olanlar (korkudan) düşüp 
    bayıldılar. Ancak Allah'ın dilediği kaldı". (Zümer, 39/68) kelimesi 'dan bedeldir. 
    
  4. 
    Yani o olaylar olduğu gün o yer Bütün haberlerini bildirir, havadislerini 
    hal ile ve sözlü olarak haber verip anlatır. Çünkü Rabbin ona, (yani yere) 
    vahyetmiştir. Haber vermesini süratle emir ve telkin etmiştir de o sebeple 
    yer o haberleri söyler, anlatır. "Keşşaf"ta der ki: Yerin haber vermesi ve 
    söylemesi mecazdır. Yani Allah Teâlâ yerde öyle durumlar meydana getirir ki, 
    onlar dil ile konuşma yerine geçerler. Hatta "ne oluyor buna?" diyenler, o 
    hallere bakarlar da, onun ne için zelzeleye tutulduğunu ve ne için o ölüleri 
    dışarıya attığını bilir. Ve bu olaylar, peygamberlerin korkutup ve çekindirip 
    durdukları olay olduğunu anlarlar. Bu mânâca vahy "kün feyekün" (ol! dedi, 
    hemen oldu) gibi tekvinî olmuş olur. Bununla beraber bir de denilmiştir ki, 
    Allah Teâlâ yeri, o zaman gerçekten konuşturacaktır da, o üzerinde işlenmiş 
    olan hayır ve şerri haber verecektir. Peygamberimizden de rivayet olunmuştur 
    ki, herkese karşı üzerinde ne amel yaptığına şahitlik edecektir. Yere vahyetmek, 
    onun yaşaması mümkün olan kısımlarına vahiy olarak düşünülürse, bu söyleme 
    ve vahyin gerçekten konuşma veya yazma halinde haber vermek ve bildirme mânâsına 
    olarak anlaşılmasında zorluk çekilmez. Hasılı onun ne olduğu o zaman gerçek 
    göz önüne döküldüğü zaman anlaşılacaktır. 'nın cevabı, 'dür. 
  5. Yani o 
    olaylar olduğu gün o yer Bütün haberlerini bildirir, havadislerini hal ile 
    ve sözlü olarak haber verip anlatır. Çünkü Rabbin ona, (yani yere) vahyetmiştir. 
    Haber vermesini süratle emir ve telkin etmiştir de o sebeple yer o haberleri 
    söyler, anlatır. "Keşşaf"ta der ki: Yerin haber vermesi ve söylemesi mecazdır. 
    Yani Allah Teâlâ yerde öyle durumlar meydana getirir ki, onlar dil ile konuşma 
    yerine geçerler. Hatta "ne oluyor buna?" diyenler, o hallere bakarlar da, 
    onun ne için zelzeleye tutulduğunu ve ne için o ölüleri dışarıya attığını 
    bilir. Ve bu olaylar, peygamberlerin korkutup ve çekindirip durdukları olay 
    olduğunu anlarlar. Bu mânâca vahy "kün feyekün" (ol! dedi, hemen oldu) gibi 
    tekvinî olmuş olur. Bununla beraber bir de denilmiştir ki, Allah Teâlâ yeri, 
    o zaman gerçekten konuşturacaktır da, o üzerinde işlenmiş olan hayır ve şerri 
    haber verecektir. Peygamberimizden de rivayet olunmuştur ki, herkese karşı 
    üzerinde ne amel yaptığına şahitlik edecektir. Yere vahyetmek, onun yaşaması 
    mümkün olan kısımlarına vahiy olarak düşünülürse, bu söyleme ve vahyin gerçekten 
    konuşma veya yazma halinde haber vermek ve bildirme mânâsına olarak anlaşılmasında 
    zorluk çekilmez. Hasılı onun ne olduğu o zaman gerçek göz önüne döküldüğü 
    zaman anlaşılacaktır. 'nın cevabı, 'dür.
   6. O gün 
    insanlar bölük bölük, çeşitli durumda ortaya çıkacaklardır. Sudûr, vürûdun 
    zıddıdır. Vürûd, suya gitmek olduğu gibi, sudûr da sudan dönmektir. Diğer 
    deyimle, "vârid" gelen, "sâdir" giden demektir. Yani varmış oldukları yerden 
    dönüp çıkacaklar, kabirlerinden mevkıfa (durağa), mahşere doğru çeşitli şekilde 
    fırlayacaklar. Kimisi yüz aklığıyla, kimisi yüz karasıyla, kimisi selamet, 
    kimisi korkular ve dehşetler içinde, kimisi binitli, kimisi yaya, kimisi serbest, 
    kimisi zincirlerle bağlı, hasılı kimisi mesud, kimisi bedbaht, yahut İbnü 
    Abbas'tan rivayet edildiği üzere "O gün her insan topluluğuna önderleri ile 
    çağıracağız." (İsra, 17/71) âyeti gereğince her din ve millet sahibi ayrı 
    olarak kendi önderleri arkasında, yahut "Andolsun ki sizi ilk defa yarattığımız 
    şekilde bize geldiniz." (Kehf, 18/48) buyurulduğu üzere her fert ilk yaratılışı 
    gibi tek başına olarak, yahut bazılarının görüşünce bölgelere göre dağılmış 
    olarak ortaya çıkacaklar. Yahut mahşere geldikten sonra kimisi kitabını sağından 
    almuş ashab-ı yeminden olarak cennete gitmek üzere, kimisi de kitabını solundan 
    veya arkasından almış ashab-ı şimalden olarak cehenneme gitmek üzere mahşerden 
    ayrılacaklar. 
  7. Amelleri 
    kendilerine gösterilmek için. Ki hayır veya şer her ne işlemişlerse ona göre 
    cezasını almak üzere amellerini hakkıyle görsünler, defterleriyle, ölçüleriyle 
    hesaplarına vakıf olsunlar. Bu mânâ, sudûrun mahşere doğru olmasına göredir. 
    Mahşerden sudûra göre ise hayır veya şer her ne ise amellerinin cezasını görsünler. 
    Yani cennet ehli cennete, cehennem ehli cehenneme girsinler demek olur. Zira 
    her kim bir zerre miktarı hayır işlerse onu görecektir. Her kim de bir zerre 
    miktarı şer işlerse onu görecektir. göstermenin neticesini açıklamak içindir. 
    zerra görülür görülmez derecede, gayet küçük karıncadır. Güneşin şuaında sezilebilen 
    zerreciklere de denilir. İbnü Abbas'dan rivayet edilmiştir ki, elini toprağa 
    sokmuş kaldırmış, sonra üflemiş de, "işte bunlardan her biri bir miskal zerre" 
    demiştir. İkisi de azlığa meseldir. Gerçi bizim bir zerre dediğimiz içinde 
    bile bir âlem vardır. Fakat sorumluluğun en az derecesi beşerî hissin ilgilenebileceği 
    en küçük ölçü ile ifade edilmiştir. Asıl maksat ise en küçük bir hayır veya 
    şerrin bile Allah katında kaybolmayacağını açıklamaktır.
   8. Amelleri 
    kendilerine gösterilmek için. Ki hayır veya şer her ne işlemişlerse ona göre 
    cezasını almak üzere amellerini hakkıyle görsünler, defterleriyle, ölçüleriyle 
    hesaplarına vakıf olsunlar. Bu mânâ, sudûrun mahşere doğru olmasına göredir. 
    Mahşerden sudûra göre ise hayır veya şer her ne ise amellerinin cezasını görsünler. 
    Yani cennet ehli cennete, cehennem ehli cehenneme girsinler demek olur. Zira 
    her kim bir zerre miktarı hayır işlerse onu görecektir. Her kim de bir zerre 
    miktarı şer işlerse onu görecektir. göstermenin neticesini açıklamak içindir. 
    zerra görülür görülmez derecede, gayet küçük karıncadır. Güneşin şuaında sezilebilen 
    zerreciklere de denilir. İbnü Abbas'dan rivayet edilmiştir ki, elini toprağa 
    sokmuş kaldırmış, sonra üflemiş de, "işte bunlardan her biri bir miskal zerre" 
    demiştir. İkisi de azlığa meseldir. Gerçi bizim bir zerre dediğimiz içinde 
    bile bir âlem vardır. Fakat sorumluluğun en az derecesi beşerî hissin ilgilenebileceği 
    en küçük ölçü ile ifade edilmiştir. Asıl maksat ise en küçük bir hayır veya 
    şerrin bile Allah katında kaybolmayacağını açıklamaktır.