| NAMAZIN 
                ÜSTÜNLÜKLERİ İmâm-ı Rabbânî “rahmetullahi aleyh” (Mektûbât) kitâbının 
                birinci cild, ikiyüzaltmışbirinci mektûbunda buyuruyor ki:
 Şurası 
                muhakkak olarak bilinmelidir ki, namaz, İslâmın beş şartından 
                ikincisidir. Bütün ibâdetleri kendisinde toplamıştır. İslâmın 
                beşte bir parçası ise de, bu toplayıcılığından dolayı, yalnız 
                başına müslümânlık demek olmuştur. İnsanı, Allahü teâlânın sevgisine 
                kavuşturacak işlerin birincisi olmuştur. Âlemlerin Efendisi ve 
                Peygamberlerin “aleyhi ve aleyhimüssalevâtü vesselâm” en üstünü 
                olana mi’râc gecesi, Cennette nasîb olan rü’yet şerefi dünyaya 
                indikten sonra, dünyanın hâline uygun olarak, kendisine yalnız 
                namazda müyesser olmuştur. Bunun içindir ki: (Namaz mü’minlerin 
                mi’râcıdır) buyurulmuştur. Bir hadîs-i şerîfte, (İnsanın 
                Allahü teâlâya en yakın olması namazdadır) buyurulmuştur. 
                Onun yolunda, tam izinde giden büyüklere o rü’yet devletinden, 
                bu dünyada büyük pay, yalnız namazda olmaktadır. Evet, bu dünyada 
                Allahü teâlâyı görmek mümkün değildir. Dünya buna elverişli değildir. 
                Fakat, ona tâbi olan büyüklere, namaz kılarken rü’yetten birşeyler 
                nasîb olmaktadır. Namaz kılmağı emir buyurmasaydı, maksadın, gayenin 
                güzel yüzünden perdeyi kim kaldırırdı? Aşıklar ma’şûku nasıl bulurdu? 
                Namaz, üzüntülü rûhlara lezzet vericidir. Namaz, hastaların, rahat 
                vericisidir. Rûhun gıdâsı namazdır. Kalbin şifâsı namazdır. (Ey 
                Bilâl, beni ferahlandır!) diye ezan okumasını emr eden hadîs-i 
                şerîf, bunu göstermekte, (Namaz, kalbimin neş’esi, gözümün 
                bebeğidir) hadîs-i şerîfi, bu arzûyu işâret etmektedir. Namazın 
                hakikatını anlamış olan bir kâmil, namaza durunca, sanki bu dünyadan 
                çıkıp âhiret hayatına girer ve âhirete mahsûs olan ni’metlerden 
                bir şeylere kavuşur. Bu ni’met, yalnız bu ümmete mahsûstur. Peygamberlerine 
                tâbi olmak sâyesinde buna kavuşurlar. Çünkü bunların Peygamberi 
                “sallallahü aleyhi ve sellem”, Mi’râc gecesi dünyadan çıkıp, âhirete 
                gitti. Cennete girdi ve rü’yet saâdeti, ni’meti ile şereflendi. 
                Yâ Rabbî! Sen o büyük Peygambere “sallallahü aleyhi ve sellem” 
                bizim tarafımızdan Onun büyüklüğüne yakışan iyilikleri ihsân eyle! 
                Bütün Peygamberlere de, “alâ nebiyyîna ve aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” 
                hayırlar, iyilikler ver ki, onlar insanları seni tanımağa ve rızâna 
                kavuşmağa çağırmış ve beğendiğin yolu göstermişlerdir. Namazların 
                hepsinde hâsıl olan lezzetten, nefse bir pay yoktur. İnsan bu 
                tadı duyarken, nefsi inlemekte, feryât etmektedir. Yâ Rabbî! Bu 
                ne büyük rütbedir! Bizim gibi, rûhları hasta olanların bu sözleri 
                duyması da büyük ni’met, hakîkî seâdettir. İyi 
                biliniz ki, dünyâda namazın rütbesi, derecesi, âhirette Allahü 
                teâlâyı görmenin yüksekliği gibidir. Dünyâda insanın Allahü teâlâya 
                en yakın bulunduğu zaman, namaz kıldığı zamandır. Âhirette en 
                yakın olduğu da, rü’yet, ya’nî Allahü teâlâyı gördüğü zamandır. 
                Dünyadaki bütün ibâdetler insanı namaz kılabilecek bir hâle getirmek 
                içindir. Asıl maksat, namaz kılmaktır. Se’âdet-i ebediyyeye ve 
                sonsuz ni’metlere kavuşmak ancak namaz kılmakla elde edilir. Namaz, 
                bütün ibâdetlerden ve orucdan kıymetlidir. Namaz vardır 
                ki, kırık kalbleri zevkle doldurur. Namaz vardır ki, günâhları 
                yok eder. İnsanı kötülükden korur. Hadîs-i şerîfde, (Namaz, 
                kalbimin neş’esi ve sevinç kaynağıdır) buyuruldu. Namaz, 
                üzüntülü ruhlara lezzet verir. Namaz, rûhun gıdasıdır. 
                Namaz, kalbin şifâsıdır.  Namaz 
                şartlarına uygun kılırsa kötülüklerden uzak tutar. Kur’ân-ı kerîmde, 
                Ankebût sûresi, kırkbeşinci âyetinde meâlen, (Kusursuz kılınan 
                bir namaz, insanı pis, çirkin işleri işlemekten korur) buyurulmaktadır. 
                 Namaza 
                dururken, “Allahü Ekber” demek, (Allahü teâlânın, hiçbir 
                mahlûkun ibâdetine muhtâc olmadığını, her bakımdan hiçbir şeye 
                ihtiyâcı olmadığını, insanların namazlarının, ona faydası olmıyacağını) 
                bildirmektedir. Namaz içindeki tekbîrler ise, (Allahü teâlâya 
                karşı yakışır bir ibâdet yapmağa, liyakat ve gücümüz olmadığını) 
                gösterir. Rükû’daki tesbîhlerde de bu ma’na bulunduğu için, rükû’dan 
                sonra, tekbîr emr olunmadı. Halbuki secde tesbîhlerinden sonra 
                emr olundu. Çünkü secde tevâzu’ ve aşağılığın en ziyâdesi ve zillet 
                ve küçüklüğün son derecesi olduğundan, bunu yapınca, hakkıyla, 
                tam ibâdet etmiş sanılır. Bu düşünceden korunmak için, secdelerde 
                yatıp kalkarken, tekbîr söylemek sünnet olduğu gibi, secde tesbîhlerinde 
                “a’lâ” demek emr olundu. Namaz mü’minin mîracı olduğu için, 
                namazın sonunda Peygamber Efendimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” 
                mi’râc gecesinde söylemekle şereflendiği kelimeleri, ya’nî Ettehıyyâtüyü 
                okumak emr olundu. O halde namaz kılan bir kimse, namazı kendine 
                mi’râc yapmalı. Allahü teâlâya yakınlığının nihâyetini namazda 
                aramalıdır. Peygamberimiz 
                “aleyhi ve alâ âlihissalâtü vesselâm” buyurdu ki, (İnsanın, 
                Rabbine en yakın olduğu zaman namaz kıldığı zamandır). Namaz 
                kılan bir kimse, Rabbi ile konuşmakta, Ona yalvarmakta ve Onun 
                büyüklüğünü ve Ondan başka herşeyin, hiç olduğunu görmektedir. 
                Bunun için, namazda korku, dehşet, ürkmek hâsıl olacağından, teselli 
                ve rahat bulması için, namazın sonunda, iki defa selâm vermesi 
                emr buyuruldu. Peygamberimiz 
                “sallallahü aleyhi ve sellem” bir hadîs-i şerîfte, (Farz namazdan 
                sonra 33 tesbîh, 33 tahmîd, 33 tekbîr ve bir de tehlîl) emir 
                etmiştir. Bunun sebebi, namazdaki kusûrlar tesbîh ile örtülür. 
                Lâyık olan, tam ibâdet yapılamadığı bildirilir. “Tahmîd” 
                ile, namaz kılmakla şereflenmenin, Onun yardımı ve erişdirmesi 
                ile olduğu bilinerek, bu büyük ni’mete şükür edilir, hamd edilir. 
                “Tekbîr” ederek de, Ondan başka ibâdete lâyık kimse olmadığı 
                bildirilir. Namaz, 
                şartlarına ve edeblerine uygun olarak kılınıp ve yapılan kusûrlar 
                da böylece örtülüp, namazı nasîb ettiğine de şükür edip, ibâdete 
                başka hiç kimsenin hakkı olmadığı, kalbinden temiz ve hâlis olarak, 
                kelime-i tevhîd ile, bildirilince, bu namaz kabûl olunabilir. 
                Bu kimse, namaz kılanlardan ve kurtuluculardan olur. Yâ Rabbî! 
                Peygamberlerinin en üstünü hürmeti için “aleyhi ve alâ âlihimüssalevâtü 
                vetteslîmât” bizleri namaz kılan ve kurtulan, mes’ûd kullarından 
                eyle! Âmîn. Namazın 
                hikmetleri Müslüman, 
                namazı Allahü teâlânın emri olduğu için kılar. Rabbimizin emrlerinde 
                birçok hikmet, fayda vardır. Yasaklarında da birçok zararların 
                olduğu muhakkaktır. Bu fayda ve zararların bir kısmı bugün tıp 
                mütehassıslarınca tesbit edilmiş durumdadır. İslâmiyyetin sağlığa 
                verdiği önemi, hiçbir din ve düşünce vermemiştir. Dînimiz, ibâdetlerin 
                en üstünü olan namazı, ömrümüzün sonuna kadar kılmayı emr etmiştir. 
                Namaz kılan, sağlık için olan faydalarına da elbette kavuşur. 
                Namazın sağlık yönünden sağladığı faydalardan bazıları şunlardır: 1- 
                Namazda yapılan hareketler yavaş olduğundan kalbi yormaz ve günün 
                muhtelif saatlerinde olduğu için insanı devamlı dinç tutar. 2- 
                Günde başını seksen defa yere koyan bir kimsenin beynine ritmik 
                olarak fazla kan ulaşır. Bu yüzden beyin hücreleri iyice beslendiğinden 
                hâfıza ve şahsiyet bozukluklarına, namaz kılanlarda çok daha az 
                rastlanır. Bu insanlar daha sağlıklı bir ömür geçirirler. Bugün 
                tıpta “demans senil” denilen bunama hastalığına uğramazlar. 3- 
                Namaz kılanların gözleri, muntazam olarak eğilip-doğrulmakdan 
                ötürü daha kuvvetli kan deveranına mâlik olur. Bu sebeple göz 
                içi tansiyonunda artma olmaz ve gözün ön kısmındaki sıvının devamlı 
                değişmesi temin edilmiş olur. Gözü “katarakt” veya “karasu” hastalığından 
                korur. 4- 
                Namaz kılmakdaki izometrik hareketler, midedeki gıdaların iyi 
                karışmasına, safranın kolay akmasına ve dolayısıyla safra kesesinde 
                birikinti yapmamasına, pankreastaki enzimlerin kolay boşalmasına 
                yardımcı olacağı gibi, kabızlığın giderilmesinde de rolü büyüktür. 
                Böbreğin ve idrar yollarının iyice çalkalanmasından, böbrekte 
                taş teşekkülünün önlenmesine ve mesanenin boşalmasına da yardımcı 
                olmaktadır. 5- 
                Beş vakit kılınan namazdaki ritmik hareketler, günlük hayatta 
                çalıştırılamıyan adale ve eklemleri çalıştırarak, artroz ve kireçlenme 
                gibi eklem hastalıklarını ve adale tutulmalarını önler. 6- 
                Vücut sağlığı için temizlik muhakkak lâzımdır. Abdest ve gusül, 
                hem maddi, hem de manevî bir temizliktir. İşte namaz, temizliğin 
                tâ kendisidir. Zirâ hem bedenî, hem de rûhî temizlik olmadan namaz 
                olmaz. Abdest ve gusül bedenî temizliği sağlar. İbâdet görevini 
                yerine getiren bir kimse, rûhen dinlenmiş, temizlenmiş olur. 7- 
                Koruyucu hekimlikte, muayyen zamanlarda yapılan beden hareketleri 
                çok mühimdir. Namaz vakitleri, kan dolaşımını tazelemek ve teneffüsü 
                canlandırmak için en uygun vakitlerdir. 8- 
                Uykuyu tanzim eden önemli unsur namazdır. Hattâ vücûtta biriken 
                statik (durgun) elektriklenme, secde yapmakla topraklama yapılmış 
                olur. Böylece vücut tekrar zindeliğe kavuşur. Namazın 
                bu faydalarına kavuşmak için, namazı vaktinde kılmakla birlikte, 
                temizliğe, çok yimemeğe ve yinilen gıdaların temiz, helâl olmasına 
                da dikkat edilmesi de lâzımdır. Namazın 
                önemi  Âdem 
                aleyhisselâmdan beri, her dinde bir vakit namaz var idi. Yâni 
                her ümmet mutlaka namaz kılardı. Kimisi sabah, kimisi öğle, kimisi 
                akşam, kimisi yatsı namazı kılardı. Hepsinin kıldığı, bir araya 
                toplanarak bize farz edildi. Namaz 
                kılmak, îmânın şartı değil ise de, namazın farz olduğuna inanmak, 
                îmânın şartıdır. Mükellef olan yâni âkıl ve bâlig olan her müslümanın, 
                hergün beş vakit namaz kılması "Farz-ı ayn"dır. Farz 
                olduğu, Kur'ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîflerde, açıkça bildirilmiştir. Yedi 
                yaşındaki çocuğa, namaz kılmasını emretmek, on yaşında kılmaz 
                ise, zorla kıldırmak lazımdır. Resûlullah efendimiz, Eshâbına: - 
                Birinin evi önünde nehir olsa, hergün beş kere bu nehirde yıkansa, 
                üzerinde kir kalır mı? diye sordu. Eshâbı: - Hayır, 
                yâ Resûlallah! dediler. Bunun 
                üzerine Peygamber efendimiz: - 
                İşte, beş vakit namazı kılanların da, böyle küçük günâhları affolunur, 
                buyurdu. Namazla 
                ilgili diğer hadîs-i şerîflerden birkaçı da şöyle: (Namaz 
                dinin direği, her hayrın anahtarıdır.) (Kıyâmette 
                kulun ilk sorguya çekileceği ibâdet namazdır. Namaz düzgün ise, 
                diğer ameller kabûl edilir. Namaz düzgün değilse, hiçbir amel 
                kabûl edilmez.) Ebû 
                Bekr-i Sıddîk hazretleri buyurdu ki: "Beş 
                namaz vakitleri gelince, melekler der ki; Ey Âdemoğulları, kalkınız! 
                İnsanları yakmak için hâzırlanmış olan ateşi namaz kılarak söndürünüz." Tembellikle 
                namaz kılmayıp fakat, her namaz vaktinde namaz kılmadığı için 
                üzülen, kâfir olmaz, ancak büyük günâh işlemiş olur. Hadîs imâmları, 
                söz birliği ile bildiriyor ki, "Bir namazı vaktinde amden 
                kılmıyan, yâni namaz vakti geçerken, namaz kılmadığı için üzülmeyen, 
                kâfir olur veya ölürken îmânsız gider." Yâ namazı, hâtırına 
                bile getirmiyenler, namazı vazîfe tanımıyanlar ne olur? Büyüklerden 
                biri şeytana dedi ki: - Senin 
                gibi mel'ûn olmak istiyen, ne yapmalıdır? İblîs sevinip: - Benim 
                gibi olmak istiyen, namaza ehemmiyyet vermez ve doğru, yalan, 
                herşeye yemîn eder, yâni çok yemîn eder! dedi. O kimse de: - 
                Şeytan gibi mel'un olmak istemiyen hiçbir namazını bırakmamalı 
                ve herşeye yemîn de etmemelidir, dedi. Din 
                büyüklerimiz buyurmuşlar ki: Beş 
                şeyi yapmıyan, beş şeyden mahrûm olur: 1- 
                Malının zekâtını vermeyen, malının hayrını görmez. 2- 
                Uşrunu vermeyenin, tarlasında, kazancında bereket kalmaz. 3- 
                Sadaka vermeyenin, vücudunda sıhhat kalmaz. 4- 
                Duâ etmeyen, arzûsuna kavuşamaz. 5- 
                Namaz vakti gelince, kılmak istemeyen, son nefeste kelime-i şehâdet 
                getiremez. Görülüyor 
                ki, farz namazı kılmamak, îmânsız gitmeğe sebep olmaktadır. Namaza 
                devam, kalbin nûrlanmasına ve saadet-i ebediyyeye yâni sonsuz 
                saadete kavuşmaya vesîledir. Peygamberimiz (Namaz nûrdur.) 
                buyurdu. Yâni, dünyada kalbi parlatır. Âhırette sırâtı aydınlatır. Namaz, 
                kötülüklerden uzaklaştırır  Namaz 
                kılmak, Allahü teâlânın büyüklüğünü düşünerek, O'nun karşısında 
                kendi küçüklüğünü anlamaktır. Bunu anlayan kimse, hep iyilik yapar. 
                Hiç kötülük yapamaz. Şartlarına uygun olarak kılınan namaz insanı 
                kötülüklerden uzaklaştırır. Nefsine uyanın namazı sahîh olsa da, 
                bu meyveleri veremez. Hergün beş kere, Rabbinin huzûrunda olduğuna 
                niyet eden kimsenin kalbi ihlâs ile dolar. Namazda 
                yapılması emrolunan her hareket, kalbe ve bedene faydalar sağlamaktadır. 
                Câmilerde cemâ'at ile namaz kılmak, müslümanların kalblerini birbirlerine 
                bağlar. Birbirlerinin kardeşleri olduklarını anlarlar. İbâdetlerin 
                hepsini kendinde toplayan ve insanı Allahü teâlâya en çok yaklaştıran 
                yararlı şey, namazdır. Peygamberimiz, (Namaz dînin direğidir. 
                Namaz kılan kimse, dînini kuvvetlendirir. Namaz kılmayan, elbette 
                dînini yıkar.) buyurdu. Namazı 
                doğru olarak kılmakla şereflenen bir kimse, çirkin, kötü şeyler 
                yapmaktan korunmuş olur. Ankebût 
                sûresinin kırkbeşinci âyetinde meâlen, (Doğru kılınan namaz, 
                insanı fahşâdan ve münkerden her hâlükârda uzaklaştırır.) buyuruldu. İnsanı 
                kötülüklerden uzaklaştırmayan bir namaz, doğru namaz değildir. 
                Görünüşte namazdır. Bununla beraber, doğrusunu yapıncaya kadar, 
                bildiği kadarını yapmayı elden bırakmamalıdır. Büyüklerimiz, 
                (Birşeyin hepsi yapılamazsa, azını da elden kaçırmamalıdır.) 
                buyurdu. Sonsuz 
                ihsân sâhibi olan Rabbimiz, görünüşü hakîkat olarak kabûl edebilir. Böyle 
                bozuk namaz kılacağına, hiç kılma dememelidir. Bu sözü din düşmanları 
                çıkarmıştır. Böyle bozuk kılacağına doğru kıl demelidir. Bu inceliği 
                iyi anlamalıdır. Namazları 
                cemâ'at ile ve huşû' ve hudû' ile kılmalıdır. Çünkü, insanı dünyada 
                ve âhırette felâketlerden, sıkıntılardan kurtaracak ancak namazdır. 
                Mü'minûn sûresinin başındaki âyet-i kerîmede meâlen, (Mü'minler 
                her hâlükârda kurtulacaktır. Onlar, namazlarını huşû' ile kılanlardır.) 
                buyuruldu. Gençlerin 
                ibâdet etmeleri, namaz kılmaları daha kıymetlidir. Çünkü, nefislerinin 
                kötü isteklerini kırmakta ve ibâdet etmek istememesine karşı gelmektedirler. Kur'ân-ı 
                kerîmin birçok yerinde namaz kılmak emredilmektedir. Ba'zı sinsi 
                din düşmanlarının, câhil müslümanlara, "Sana namazı bağışladım. 
                Artık kılma!" yahud "Allahın ve Peygamberin emrettiği 
                namaz, herkesin yaptığı, yatıp kalkmak ve belli şeyleri okumak 
                değildir. Allahın ismini zikretmek ve O'nun büyüklüğünü düşünmek 
                demektir." demelerine aldanmamalıdır. Namaz 
                kılmak ölünceye kadar her müslümana farz-ı ayndır. Bu şekilde 
                inanmıyan dinden çıkmış olur. Namaz, ibâdetlerin en kıymetlisidir. 
                Namaz, İslâm dîninin direklerinden en önemlisidir. Allahü teâlâ, 
                kullarının yalnız kendisine ibâdet etmeleri için, namazı farz 
                etti. Nisâ sûresinin yüzüçüncü âyet-i kerimesinde meâlen; namazın 
                mü'minler üzerine, vakitleri belirli bir farz olduğu bildirilmektedir. Hadîs-i 
                şerîfte buyuruldu ki: (Namaz, 
                dînin direğidir. Namaz kılan dînini yapmış olur. Namaz kılmıyan 
                dînini yıkmış olur.) Seher 
                vakti kılınan namaz Namaz 
                kişinin sığınağı, sıkıntıda olanların, en büyük yardımcısıdır. 
                Çok önceleri, Horasan ilinin çok âdil, iyi kalbli bir vâlisi vardı. 
                Adı, Abdullah bin Tahir. Bu vâlinin jandarmaları birgün 
                bir kaç hırsız yakalamış, vâliye bildirmişlerdi... Getirilirken 
                hırsızlardan birisi kaçtı. Hâdisenin olduğu sırada Hiratlı bir 
                demirci de Nişabur'a gitmişti. Bir zaman sonra evine dönerken, 
                yolu Horasan'dan geçiyordu. Kaçan hırsız olduğunu zannederek, 
                yakaladılar bunu. Diğer hırsızlarla vâlinin huzûruna çıkardılar. 
                Vâli: - 
                Hepsini hapsedin! dedi. Bu 
                suçu olmayan demirci, hapishanede, seher vakti abdest alıp, iki 
                rek'at namaz kıldı. Ellerini uzatıp: "Yâ 
                Rabbî! Bir suçum olmadığını ancak sen biliyorsun. Beni bu zindandan 
                ancak sen kurtarırsın!" diye duâ etti. Bu 
                mazlûm demirci böyle yalvarırken, vâli evinde uyuyordu. Uyurken 
                dört kuvvetli kimsenin gelip, tahtını ters çevirecekleri zaman 
                uyandı uykudan. Bu rü'yâdan çok korktu. Hemen kalkıp, abdest aldı. 
                Namaz kıldı iki rek'at. Tevbe istiğfar edip, tekrar uyudu. Tekrar 
                o dört kimsenin tahtını yıkmak üzere olduğunu gördü ve uyandı. 
                Kendisinde bir mazlûmun âhı olduğunu anladı. Hırsızlar hatırına 
                geldi. Acaba içlerinde suçsuz olanlar mı vardı? Vâli 
                hemen hapishane müdürünü çağırtıp sordu: - 
                Acaba bu gece hapishanede suçsuz birisi kalmış mı? - Bunu 
                bilemem efendim. Yalnız biri namaz kılıyor, çok duâ ediyor. Gözyaşları 
                döküyor. - 
                Hemen o adamı buraya getir! Demirciyi 
                vâlinin huzûruna getirdiler. Vâli hâlini sorup, durumu anladı. 
                Ve dedi ki: - Sizden 
                özür diliyorum. Hakkını helâl et ve şu bin gümüş hediyemi kabûl 
                et. Ayrıca herhangi bir arzun olunca bana gel! - 
                Ben hakkımı helâl ettim... Verdiğiniz hediyeyi de kabûl ettim. 
                Fakat, işimi dileğimi senden istemeğe gelemem. - Niçin 
                gelemezsiniz? - 
                Çünkü benim gibi bir fakir için senin gibi bir sultanın tahtını 
                birkaç defa tersine çeviren sahibimi bırakıp da, dileklerimi başkasına 
                söylemek kulluğa yakışır mı hiç? Namazlardan sonra ettiğim duâlarla 
                beni nice sıkıntılardan kurtardı. Nice muradıma kavuşturdu. Nasıl 
                olur da başkasına sığınırım? Tabiî 
                ki, namazın insanı sıkıntıdan kurtarması için şartlarına uygun 
                ve Cenâb-ı Hakka tam bir tevekkül içinde kılınması şarttır. Allaha 
                tam bir teslimiyet şeklinde kılınmalıdır. Gerçekten, insan sıkıntıya 
                düştüğünde hemen abdest almalı, namaz kılmalı, Kur'ân-ı kerîm 
                okumalıdır. Tecrübeyle sabittir ki, böyle yapanların çok kere, 
                sıkıntılarının hafiflediği görülmüştür. Fakat, kılınan namazın 
                şartlarına uygun olması lâzımdır. Şartlarına tam uyulmadan kılınan 
                namaz, insanı namaz kılma borcundan kurtarır ise de, vadedilen 
                büyük sevaplara kavuşturmaz. Peygamber aleyhisselâm bir gün: - 
                En büyük hırsız, namazından çalan kimsedir, buyurdu. - Yâ 
                Resûlallah! Bir kimse kendi namazından nasıl çalar? diye sordular 
                eshâbdan. O zaman buyurdu ki: - 
                Namazın rükü'unu ve secdelerini tamam yapmamakla. Rükü'da ve secdelerde, 
                belini yerine yerleştirip biraz durmayan kimsenin namazını Allahü 
                teâlâ kabûl etmez. Namaz 
                kılmayanın hâli Namaz 
                kılmamanın cezâsı çok büyüktür. Hadîs-i şerîfte, (Bir namazı, 
                özürsüz olarak vaktinden sonra kılan, seksen hukbe Cehennemde 
                yanacaktır) buyuruldu. Bir hukbe seksen senedir. Her senesi 
                üçyüzaltmış gündür. Her günü, seksen dünya senesidir.  Kazâya 
                kalan namazı kılacak kadar vakitlerin herbiri geçtikçe, bu bir 
                namazın günâhı kat kat artar. Ya birkaç namaz olursa, cezâsı çok 
                çetin olur. Her ne pahasına olursa olsun, kılmadığımız veya kılamadığımız 
                namazlarımızı bir ân önce, kazâ etmek ve affı için tevbe etmek, 
                çok yalvarmak lâzımdır. Namaz kılmayanın, Allahü teâlânın büyüklüğü 
                karşısında titremesi, erimesi lâzımdır. Hadîs-i 
                şerîfte buyuruldu ki: (Namazı 
                özürsüz kılmayan kimseye, Allahü teâlâ onbeş sıkıntı verir. Bunlardan 
                altısı dünyada, üçü ölüm zamanında, üçü kabirde, üçü kabirden 
                kalkarkendir. Dünyada olan altı azap: 1- 
                Namaz kılmayanın ömründe bereket olmaz. 2- 
                Allahü teâlânın sevdiği kimselerin güzelliği, sevimliliği kendine 
                kalmaz. 3- 
                Hiçbir iyiliğine sevap verilmez. 4- 
                Duâları kabûl olmaz. 5- 
                Onu kimse sevmez. 6- 
                Müslümanların birbirlerine yaptıkları iyi duâlarının buna fâidesi 
                olmaz. Ölürken 
                çekeceği azaplar: 1- 
                Zelîl, kötü, çirkin can verir. 2- 
                Aç olarak ölür. 3- 
                Çok su içse de, susuzluk acısı ile ölür. Mezarda 
                çekeceği acılar: 1- 
                Kabir onu sıkar. Kemikleri birbirine geçer. 2- 
                Kabri Cehennem ateşi ile doldurulur. Gece, gündüz onu yakar. Cehennem 
                ateşi dünya ateşine benzemez. 3- 
                Allahü teâlâ, kabrine çok büyük yılan gönderir. Dünya yılanlarına 
                benzemez. Hergün, her namaz vaktinde onu sokar. Bir an bırakmaz. Kıyâmette 
                çekeceği azaplar: 1- 
                Cehenneme sürükleyen azap melekleri yanından ayrılmaz. 2- 
                Allahü teâlâ, onu kızgın olarak karşılar. 3- 
                Hesâbı çok çetin olup, Cehenneme atılır.) Namaz 
                kılmayanın ömründe, bereket olmaz. Ömründe, hayır ve menfaat görmez. 
                Ömrü çeşitli hastalıklarla, sıkıntılarla geçer. Ma'nevî huzûru 
                olmaz. Sahip olduğu dünyalıklar onu rûhî sıkıntıdan kurtaramaz. Namaz 
                kılmamakla işlediği bu büyük günâhı anlayan, bunun şuuruna geç 
                de olsa eren kimsenin derhal tevbe edip, namazlarını kazâ etmesi 
                lâzımdır. Cenâb-ı 
                Hak kullarına karşı çok merhametlidir. Günâhları affetmeyi çok 
                sever. Tekrar tekrar, kâfirlerin ve müslümanların dünyada iken 
                yapacakları tevbeleri kabûl edeceğini bildirmiştir. Namaz 
                kılmayanların tevbelerinin kabûl olması için de namazlarını kazâ 
                etmeleri, kazâ etmeye kesinlikle niyet edip, kazâ kılmaya başlamaları 
                lâzımdır. Bunun gibi, insanların haklarına tecâvüz etmiş olanların 
                da, önce bu hakları ödemeleri lâzımdır. Kul hakkı çok önemlidir. Namazları 
                da cemâ'atle kılmalıdır. Cemâ'atten birinin namazı kabûl olursa, 
                onun hürmetine diğerlerinin de namazı kabûl olur. Ayrıca, kimin 
                Cenâb-ı Hakkın sevgili kulu olduğu bilinmez. Cemâ'atin içinde, 
                Allahü teâlânın sevgili bir kulu varsa, onun yüzü suyu hürmetine 
                diğerlerinin namazları kabûl olur. Namaz 
                kötülüklerden korur  Namaz 
                insanları, çirkin, kötü ve yasak olan şeylerden men eder, korur. 
                Namazını dosdoğru edâ eden mü'minlerin felâh bulacakları âyet-i 
                kerîmede bildirilmiştir. Evliyânın 
                büyüklerinden Fudayl bin Iyâd hazretleri, önceleri Merv 
                ve Ebyurd şehirleri arasında eşkıyâlık yapardı. Sahranın tenha 
                bir yerinde çadırını kurar, eşkıyâ reisi olduğu için kendisi içerde 
                otururdu. Arkadaşları 
                yoldan geçen kervanları soyarlar, ele geçirdikleri malların hepsini 
                getirip, Fudayl bin Iyâd'a teslim ederlerdi. O da getirilen malları 
                arkadaşlarına taksim ederdi. Hayret 
                edilecek bir husustur ki, eşkıyâlık yaptığı hâlde, namaza çok 
                önem verirdi. Kendisi namazını hiç terk etmediği gibi, namaz kılmıyan 
                hizmetçilerini de yanından kovardı. Bir 
                gün büyük bir kervan geldi. Fudayl bin Iyâd'ın arkadaşları kervanı 
                farkedince yolunu kesmek üzere hazırlanmağa başladılar. Kervan 
                içinde bulunan zengin birisi, eşkıyâları farketti ve "Altınlarımı 
                öyle bir yere saklıyayım ki, eşkıyâlar eşyalarımızı alırsa hiç 
                olmazsa geriye bunlar kalsın" düşüncesiyle kervandan 
                ayrılıp uygun bir yer aramaya başladı. Bir 
                çadır gördü, hemen oraya koştu. Orada, birisinin, hem de ta'dil-i 
                erkân üzere, şartlarına uygun olarak, çok düzgün bir şekilde namaz 
                kıldığını gördü... Sevindi, kendi kendine: "Namaz kıldığına 
                göre güvenilir biridir. Altınları buna gönül rahatlığı ile emânet 
                bırakabilirim" diye söyledi. Selâm vermesini bekledi. 
                Sonra: - Bir 
                miktar altınım var, size emânet etmek istiyorum, dedi. Fudayl 
                bin Iyâd, çadırın bir köşesini işâret edip: - 
                Oraya bırak! diye cevap verdi. Gelen 
                kimse altınları bırakıp kervanın yanına dönünce, eşkıyâların, 
                kervandaki eşyâları alıp götürdüklerini gördü. Biraz sonra kervan 
                hareket edecekti. Hareketten önce koşup emânet bıraktığı altınları 
                almak için çadıra vardı. Baktı ki, biraz önce kervanı soyan eşkıyâlar 
                kervandan aldıkları malları, altınları, emânet olarak bıraktığı 
                kimsenin önüne koymuşlar. O da bunları taksim ediyor. Adam şaşırdı: - Demek 
                altınları eşkıyâların reisine vermişim, deyip üzüntü ile geri 
                dönmek istedi. Bu arada Fudayl seslendi: - 
                Niçin gelmiştin, niçin dönüp gidiyorsun? - Emânet 
                bıraktığım altınları almak için gelmiştim. Fakat, yanlış iş yapmışım... - 
                Altınlarını, bıraktığın yerden al, biz emânete hıyânet etmeyiz. Adam 
                şaşkınlık ve sevinç içinde, altınları koyduğu yerden alıp kervana 
                koştu. Fudayl'ın adamları: - Biz 
                hiç para bulamadık, sen ise bunları geri veriyorsun, dediler. Fudayl 
                bin Iyâd dedi ki: - 
                O bana hüsn-i zan etti. Altınları emânet etti. Ben o kimsenin, 
                benim hakkımdaki iyi niyetini doğru çıkardım. Ola ki, Allahü teâlâ 
                da benim kendisi hakkındaki hüsn-i zannımı doğru çıkarır. Altınlarını 
                emânet olarak bıraktığı kimse, çadırdan uzaklaşırken, Ankebût 
                sûresinin "Elbette namaz insanı, çirkin ve dinin yasak 
                ettiği şeylerden alıkoyar" meâlindeki âyet-i kerîmesini 
                hatırladı. Sonra, Fudayl bin Iyâd'a, hidâyete kavuşması için hayır 
                duâ etti. Az 
                zaman sonra da, Fudayl bin Iyâd'a tevbe etmek nasip oldu. Adamları 
                ile beraber tevbe etti. Aldığı malları fazlasıyla sahiplerine 
                geri verdi. Herkes ile helâllaştı. Samimi tevbesi onu, Allahın 
                sevgili kulları arasına soktu. Daha sonra birçok kerâmetleri görüldü.
 |